BU BENİM!
Ölüm bile insanlara eşit davranmıyor. O halde yaşamak, en büyük direniştir. -NAZIM HİKMET
1 Ağustos 2021 Pazar
yok
24 Kasım 2020 Salı
bile
bazen istemesen bile isteyip istemediğini cevaplaman gerekir.
bazen sussan bile susarak çığlıklar atanı duyman gerekir.
bazen hiç bakmasan bile orada birinin olduğunu bilmen gerekir.
bazen bedenini gördüğünde ruhunun yanı başına kaçtığını hissetmen gerekir.
bazen korksan bile sonuna kadar gitmen gerekir.
sen gittin.
yine korkma..
korkma, yaşayıp bitirdin.
korkma, çok güzel unuttun.
korkma, ben de seni çok güzel uyuttum.
bu yüzden sen de kendini çabucak avuttun.
dene..
dene bir daha becerebilecek misin beni kollarında susturmayı
dene bir daha kilitleyebilecek misin gözlerimi anlattıklarına
dene bir daha gezdirebilecek misin kollarımda usulca parmak uçlarını
dene bir daha söndürebilecek misin ışıkları kalbin çarpa çarpa
hadi dene, durma bile
ve yine korkma
ne de olsa
bu ikinci hatanda
ertesi gün yüz yüze bakmayacağız.
16 Kasım 2020 Pazartesi
artık.
artık başka anlamlarda ara.
kendime not bu cümleler artık noktalama işaretleri bile koymuyorum
siz beni eksik ya da yanlış anlayadurun artık ben kendimi
anlamak bile istemiyorum
her insanın anlamsız bazı anıları vardır ya benimki de parça
parça yavaş yavaş unutuyorum
unutmak istiyor muyum belli belirsiz aklımda dönüp duran bazı
saniyeler
zaman geçtikçe zaman dursun istiyorum
içtiğim kahveleri geç aldığım çektiğim nefesten bile tat
alamıyorum
ben şimdi sadece sana bakarken aklıma düşen cümleleri kağıda
döküyorum
ne yaptım ne yapıyorum kendimden bi haber
ben yürüyorum arkama bakıyorum arkamda yine ben geri dönmemi
bekliyorum
bir film sahnesi gibi ruhum bedenime girerken bile ruhumu
geride bırakıyorum
kaç parçaya bölündüm bilmiyorum
ufacık bir şeye tedavi ararken bile bunu umursamak
istemiyorum
adım adım senden kaçarken yere bakıyorum bir şeytan gibi
ayaklarım sana dönmüş ben bunu istemiyorum
geçmişten kaçarken geçmişin kucağına düşüyorum
aynı geceyi kaç gece yaşamak istedim artık sayamıyorum
beni sen keşfet isterken kendimi sana sayfalarca anlatırken
buluyorum
sana anlattığım her şeyden kendimi sorumlu tutuyorum ben
bundan nefret ediyorum
kendimi tek tek toplayıp bi eğlence gibi fırlatıp atıyorum
ben bir doluyum çok doluyum ama yağmur gibi damla damla yere
düşüyorum
izle bak aşağıdayım ama kendimi nasıl da tutamıyorum
her sabah mutlu uyandığım için senden nefret ediyorum
sesinin tınısını ve çekinerek dokunuşunu unutamıyorum
unutamayışımı unutmak istiyorum beceremiyorum
anlamsız ezgilerinde kendimi arıyorum bulamıyorum
sen benden arındıkça ben bir şişe şarap oluyorum
sen yavaş yavaş unuttukça
ben yudum yudum azalıyorum
bir şey yap.
11 Ocak 2020 Cumartesi
-
Geçen gün otobüs ile yolculuk yaparken başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum size. Aslında bir olay değil, bir aydınlanma desek daha doğru olur.
Ayaktaydım, hani şu herkesin toplandığı pencere kenarındaki büyük boşluk var ya, işte orada.
O koca pencere buğulanmıştı, dışarıda damla damla yağmur..
Benim de migrenim vardır, öyle bulanık bir görüntüye uzun süre bakmak zorunda kaldığımda başım ağrır.
Pencereden bakarken içeriden değil de dışarıdan ıslanan bir kısmın, buğudan kurtulduğunu, net görüntü verdiğini fark ettim. Küçücük noktadan dışarıyı net görmek istedim. Bunun için zorlandım, zorlandıkça başımın ağrısı geçiyor mu yoksa artıyor mu fark edemedim. Sonucu ne olursa olsun dışarıyı net görmek istediğime karar verdim. Sonra dayanamadım, durdum ve düşündüm. Parmağımla o küçük noktayı içeriden karaladım. Belki dışarıdaki kadar net olmasa da, görüş alanımı büyütmüş oldum. Daha rahat görmeye başladığımı fark ettim. Sonra dedim ki neden daha fazlası olmasın? Bu kez avucumla daha da büyük bir yeri süpürdüm. Gözlerimin hizasında bir kısmı oldukça iyi görüyordum. Başımın ağrısı da geçmişti. Bu yeterliydi.
Şimdi ben buradan nereye bağlayacağım?
Demem o ki arkadaşlar, biz bir şey yapmak isteriz, bunun için elimizdeki olanakları ya da karşımızdaki fırsatları göremeyebiliriz. Hayat bize dışarıdan müdahale edemeyeceğimiz öyle bir noktacık verir ki, bizim onu alıp genişletmemiz gerekir. Hatta bununla yetinmeyip çabalayıp daha fazlasını elde edebiliriz. İstediğimiz gibi yoğurur ve şekillendirebiliriz. Kendi görüş açımıza göre düzenleyebilir ve istediğimize ulaşabiliriz. Fazlasına ihtiyacımız da yoktur. Tıpkı göz hizama kadar olan kısmı ellerimle silmem gibi. Kendi hayatımıza bir şeyler katmak ya da onu iyileştirmek istiyorsak bu tamamen bizim elimizdedir. Evren zaten bunun için bize gerekli ortamı oluşturmuş ve kollarını açmış bizi bekliyor olacaktır. Yapmamız gereken tek şey harekete geçmektir. Ne başımızın ağrımasına izin verecek kadar hareketsiz kalmalıyız ne de evrenin bir başkasına sunacağı hayata müdahale edecek kadar fazla hareket etmeliyiz. Biz otobüsten dışarıyı net görebiliyorsak kendimize yaptığımız en saf ve en net iyilik budur.
İyi geceler..
2 Eylül 2019 Pazartesi
BETON DEVRİNE DOĞRU
6 Ağustos 2019 Salı
Diyor Ya, Sesin Çok Güzel. Bir Kahve Söyle De İçelim!
Sade filtre kahve..
Yazmak için evet o olağanüstü sözcüklere ve olaylara gerek yokmuş. Ele kalem değince fikrindeki o yoğunluk da kendini dışa vuruyormuş. Kalbin hızlı atıyormuş, göz görmüyor, kulak duymuyormuş. Kahvenin de kokusu eklenince, sayfalara alışıyormuş.
// Hayatımda ilk kez, sade filtre kahve içerken, sadece filtre kahveyi düşünüyorum. Şu an kahve üzerinden yapılan duygusallığa gülüp geçiyorum. Kendi duygusallığımı filtre kahveyle yaşıyorum. Bir insanın bir insana elbet yetebileceğini, seninle öğreniyorum. //
Güller ne güzel açıyor pembe pembe. Şuradaki karpuz şekilsiz büyümüş. Çocuklar su istiyor, hava esiyor. Uzaklardan domates kokusu geliyor. Çakmak sesi duyuluyor, elim kalem tutuyor. Beş duyu organım sonuna kadar aktif.
Kalemi bıraktım.
Nefes almıyorum.
Kulağımı tıkadım.
Kahvemin son yudumu.
Gözlerimi kapatıyorum şimdi.
HOŞGELDİN
Karşımda sen.
Sade filtre kahven elinde, sen..
3 Ağustos 2019 Cumartesi
Zamana Yenildim
Mucize nedir? Mucizeyi tanımlamak için olağanüstü sözcüklere ya da yaşanmışlıklara mı ihtiyaç vardır? Bir rengin, bir cismin varlığını fark etmek, onda kendini keşfetmek mucize midir? Bir mekanın sihrine inanmak, bir saniye içinde orayı yuvan bellemek, yerden göğe huzur bulmak mucize midir?
Pürüzsüz bir cildin altında yatan o derin çizgili yüz.. İncecik kolların taşıdığı tonlarca yük... Peşinden sürüklenen geçmiş, geleceğini bildiğin o korkulu bekleyiş.. Peki ya bu nasıl bir kabulleniş?
Zaman denen şey ne? Duyguları var mı? Zaman da sever mi? O da bekler mi? Zaman neyin intikamını alır insandan? Bize hep böyle sinsice mi davranır? Mükemmelliği oluşturan unsurlarla hiç anlaşamayan zaman, gel gör ki konu biz insanları üzmek olunca, onlarla küçük gizli anlaşmalar yapar. Önce beynimize işler yavaş yavaş, tam oldu derken, en çok özlediğimiz yerden vurur bizi.
Sihrine inandığım mekanda, küçücük kollarımla, kendi benliğimi kabullenmenin mucizesini yaşarken, sana ve zamana yenildim. Ben bugün bir fırtınayı omzuma katıp, hüznü kabullenmeye geldim.